15 Haziran 2017 Perşembe

Gandi


Selim'in eli uzun süredir ne kaleme kâğıda, ne de klavyeye gidiyordu. Düşünmek istemiyordu, konuşmak istemiyordu, yazmak istemiyordu, çıldırmak da istemiyordu ama gerçekten içinde hiçbir söz kalmamıştı. Öfke ve nefret duyuyordu, yaşamına, kendisine, geçmişine, yanlışlarına, umutsuzluğuna, yalnızlığına, tembelliğine, çaresizliğine, beceriksizliğine, aklınca iyi ve güçlü başladığını sandığı yaşamının altında her geçen gün biraz daha ezilmesine. Çevresinde tutunacak bir dal bile bulamayan biri nereye gidebilir?

Ama o gün, yeniden büyük bir coşkuyla, yine bitiremeyeceği bir öyküye başladı. Bir Gandi gerekiyordu 21. yüzyılda da, gelmeli ve uzun uzun yürümeliydi. Sağır yürekler bağır bağır bağırılan acıları artık duyana dek. Yürümeliydi. Uzun süredir havada bir ağırlık vardı. Sanki yaprak kımıldamıyor, bir damla yağmur bile yağmıyordu. Bu yüzden, Mahatma Gandi’nin Hindistan’da deneyip başarıya ulaştığı barışçıl eylemin bir benzerini hayata geçirme kararı alan birinin çıkabilmiş olmasına sevinmişti. Utandı. "Oturuyorum, yatıyorum, kalkıyorum, dolaşıyorum, yazıyorum, okuyorum, hiçbir iş yapmıyorum, insanlığın üzerinde ağır bir yükten başka bir şey değilim" diye geçti aklından. Yine de iki Gandi gördü yan yana yürüyen. Birisi zaten buradaydı, diğeri tuz yürüyüşü yaptığı 1930'dan çıkıp gelmişti.

"Tuz ve ekmek bile önemli değil artık" dedi yaşlı Gandi. "Önemli olan insan olmak, onurunu korumak, insan gibi düşünmenin, sevmenin, inanmanın ve yaşamanın değerini bilebilmek."

"Suyun, tuz ve ekmeğin önemlerinin olmaması için öncelikle olmaları gerek" dedi genç Gandi.

"Evet, var. Su, tuz ve ekmek artık var. Parası olmayana da dağıtıyorlar. Bunu sen bilmiyor musun genç dostum?"

"Biliyorum ama o kadar da yok. Yardım halkalarının dışında kalanlar büyük acılar çekiyorlar yine de. Ama insan gibi yaşamak çok önemli kuşkusuz. Bu yüzden hukuk ve adalet, en az ekmek ve tuz kadar gerekli."

Birlikte yürüdüler. Yaşlı olanın dilinin ucuna kadar gelmişti, "Hâlâ ekmek tuz edebiyatı mı yapılıyor?" diye soracaktı. Sustu. Genç dostunu üzmek istemiyordu. Zor dönemlerden geçmiş, geçmekte olduğunu anlıyordu. Belki acımasızca denizin tuzunu emen İngiliz tuz tekeli gibi, bu topraklardaki hukuku, barışı ve kardeşliği emip umutları tüketen karanlık güçler de bu sessiz tepki karşısında gerilemek zorunda kalırlardı.

"Niçin yürüyorsun?" diye sordu yaşlı Gandi.

"Adaletin olmadığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz. Her özgür ve uygar ülke gibi, kendi ülkemizde barış içinde yaşamak istiyoruz. Bıçak kemiğe dayandı artık. Yeter diyoruz. Bunun için yürüyüşümüzü başlatıyoruz" dedi genç olanı.

Artık genç Gandi yalnızdı. Yaşlı Gandi, usulca ayrılmıştı yanından, tarihteki yerine dönmüştü.

....

"Aynı ırmağa iki kez girilmez" diye düşündü Selim.

Peki aynı ırmağa iki kez giremezsek, her defasında yeni bir ırmağı nasıl bulabilirdik?

Son zamanlarda yazdıkları onu hiç mutlu etmiyordu. Bir coşkuyla başlayıp bir tükenmez kalem ve  düşüncelerinin hızıyla üzerini hemen dolduruverdiği kâğıdı bir kenara bırakıverdi.


http://seliminoykuleri.blogspot.com.tr/2016/11/selimin-oykuleri.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder